TZYMB

Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği

SUYUN ETKİN KULLANIMI HERZAMANKİNDEN FAZLA ÖNEM ARZETMEKTEDİR…

Basınçlı Sulama Sitemleri ve Su Sorunu konulu Sohbet toplantısında konuşan TZYMB Başkanı Dr. Ahmet ERDURMUŞ; “Atalarımız Orta Asya'da Fergana Vadisinde Tötö kanalını çok çetin bir arazide zor mühendislik çabalarıyla gerçekleştirerek sahip oldukları toprağın her karışını değerlendirmişlerdir. O dönemlerde tarımsal üretimde çeşitlilik, verimlilik ve üretim artışı adına ortaya konan bu çabalara bugün halen kullanılan sulama kanalları şahitlik etmektedir. Bugün toprağımızın değerini bilip bilmediğimizi, suyu etkin kullanıp kullanmadığımızın takdirini sizlere bırakıyorum.” diye konuştu. Mustafa Akıncı ise “Türkiye'de toprak ve su kaynaklarının bağlı olduğu ayrı bir otorite bulunmamaktadır. Ülkemizde de konunun çok yönlü ele alınması gerekmekte olup mutlaka toprak ve su kaynaklarının yönetimi ile ilgili ayrı bir kurum kurulmalıdır.” dedi.


 

Tarımsal verim ve üretim azalışları gibi sonuçlara yol açan tarımsal kuraklığın ya da daha geniş anlamıyla küresel ısınmanın etkilerinin daha çok hissetmeye başladığımız son yıllarda suyun etkin kullanımı her zamankinden daha fazla önem arzeder hale gelmiştir. Bütün dünya küresel ısınmanın ve kuraklığın etkilerini azaltmaya yönelik tedbirleri düşünmeye başlamış, Uluslararası kuruluşlar ise son durumu ve alınacak tedbirleri yayınladıkları raporlarla dünyaya duyurmaya çalışmaktadırlar. Bu noktada Ülkemizdeki son durumu konuşmak üzere biraraya geldiğimiz Sohbet toplantımızda yıllarca tarımsal sulama alanında çalışmış bulunan meslektaşımız Birliğimiz üyesi Ziraat Yüksek Mühendisi Mustafa Akıncı konuyla ilgili çok değerli bilgi ve tecrübelerini bizlerle paylaşmıştır.


TZYMB Başkanı Dr. Ahmet ERDURMUŞ; “Tarihte M.Ö.35.000 yıllarında, ilk defa taştan yapılmış tarım araçlarına, sonra demir ve tahta karışımı kara-sapana, ilk tekerlekli araçlara, arazi sulama kanallarına ilk olarak oralarda Orta Asya’da Türklerin anayurdunda rastlanmaktadır. Orta Asya başta olmak üzere gittikleri her yere insan sevgisi, hoşgörü, barış götüren atalarımız akıl ve bilimin ışında çalışma anlayışıyla medeniyete hizmet etmiştir. İnsana hizmet götürerek insanlığa hizmet eden bireyselliği ve toplumculuğu aynı eşdeğerde gören prensipleriyle meydana getirdikleri eserler bugün dahi yaşamaya devem etmektedir. Bugün Rus arkeologlar dahi kabul ettiği üzere Göktürkler otuz kilometrelik Tötö kanalını çok çetin bir arazide zor mühendislik çabalarıyla gerçekleştirmişler ve Fergana vadisini sulayarak sahip olduğu toprağının her karışını değerlendirmişlerdir. O dönemlerde tarımsal üretimde çeşitlilik, verimlilik ve üretim artışı adına ortaya konan bu çabalara bugün halen kullanılan sulama kanalları şahitlik etmektedir. Bugün toprağımızın değerini bilip bilmediğimizi, suyu etkin kullanıp kullanmadığımızın takdirini sizlere bırakıyorum.” diye konuştu. Başkan ERDURMUŞ; “Küresel ısınmanın etkilerinin daha çok hissedilmeye başlandığı günümüzde ise metropol kentlerimizde günlük tüketime yönelik su kesintilerinin bile sık sık yaşanmaya başladığını belirterek bırakın sulamayı neredeyse kişisel tüketime yönelik su sıkıntısı çeker duruma gelmişizdir. Bunun tek bir sebebi vardır aslında. Suyun etkin kullanımına yönelik zamanında alınmayan kurumsal ve eğitim başta olmak üzere teknik tedbirler ve yanlış uygulamalardır.” dedi.


Mustafa Akıncı; Türkiye’de toprak ve su kaynaklarının bağlı olduğu ayrı bir otorite bulunmamaktadır. Oysa ABD’de toprak ve su kaynakları doğrudan Pentagon’a bağlı bulunmaktadır. Ülkemizde de konunun çok yönlü ele alınması gerekmekte olup mutlaka toprak ve su kaynaklarının yönetimi ile ilgili ayrı bir kurum kurulmalıdır. Ayrıca her bölgeyi sulayacağız diye bir hedef olamaz. Doğal denge açısından bu mümkün değildir. Allah (c.c) çölü bile sebepsiz yaratmamıştır.” diye konuştu.


ÜLKEMİZDE TARIM SULAMA VE TARIMSAL ÜRETİM


Ülkemizde büyük sulama barajları, göletler, yerüstü ve yeraltı sularıyla birçok sulama tesisi yapılmıştır. Bu tesislerin yapımında binlerce mühendis, teknisyen, müteahhit ve işçi görev almış, ülkemizin kıt imkanlarından da trilyonlarca lira harcama yapılarak toprak suyla buluşturulmuştur. Ancak, bilindiği gibi ülkemizin birçok yerinde su kaynakları kısıtlıdır. Ayrıca sulama bilincinin gelişmesiyle sulama alanları süratle genişlemiş olup buna bağlı olarak su talebi de artmıştır. Bu talebi karşılamak için hemen hemen tüm yerüstü su kaynakları işletmeye alınmış, ayrıca artan talebe bağlı olarak yer altı suyu çalışmaları da büyük bir ivme kazanmıştır. Bu süreçte kuraklık nedeniyle yerüstü su kaynakları ya kurumuş ya da çok azalmıştır Yeraltı su kaynakları da çok sayıda derin kuyu açılması ve aşırı su kullanımı nedeniyle büyük ölçüde rezerv kaybına uğramıştır. Burada ruhsatlı açılan kuyuların yanında çok sayıda ruhsatsız ve denetimsiz kuyu açılarak kontrolsüz bir su kullanımının yapıldığı görülmektedir. Ülkemizde maalesef sulanan alanların %94’ü suyun aşırı şekilde israfına neden olan salma, karık ve tava sulama şeklinde sulanmaktadır. Geriye kalan %6’lık alanda yağmurlama damla sulama vb. basınçlı sulama yöntemleri kullanılmaktadır. Ülkemizdeki su kaynaklarının %73 den fazlası tarımda kullanılmaktadır. Açık salma sulamaların kapalı basınçlı sistemlere göre en az 2 misli daha fazla su kaybına yol açtığı göz önüne getirildiğinde ülkemizde sulamada kullanılan yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının neredeyse yarısının israf edildiği karşımıza acı bir sonuç olarak çıkmaktadır.


Bu nedenlerle özellikle yer altı su kaynaklarının kullanımında çok büyük bir titizlik göstermek hem bugünümüz hem de geleceğimiz açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü yer altı su rezervleri geçmişimizden bize miras kalmıştır, onu korumak, kirletmemek, etkin kullanmak ve geleceğe miras bırakmak milli bir görev olmalıdır.


Bugüne kadar ülkemizde çok büyük işler başarılmıştır. Milyonlarca hektar araziye su götürülmüş, ayrıca diğer tarımsal altyapı hizmetleri de yapılmıştır. Toprağı suyla buluşturmak yetmiyor, çok daha gelişmiş sulama sistemlerini, suyun daha etkin kullanımını, entegre yaklaşımları kullanmamız lazım. Bugün gelişmiş ülkelerde 1 ton şekerpancarını elde etmek için 7 ton su kullanılıyor, bizde ise 100 ton. Yani 17 kat kadar fazla su kullanımı söz konusudur. Bunu çözmemiz lazım. Çünkü Türkiye asla su zengini bir ülke değil, su bekleyen daha milyonlarca hektar tarım arazisi var, buraları işleten suya hasret çiftçiler var. Buradan artıracağınız suyu oralara götürmemiz lazım.


Bunun çözümünün bir ayağı gelişmiş sulama teknolojilerine yönelik sulama tesisleri yapmaksa çok daha önemli ikinci ayağı da bunu kullanacak insanların eğitimi olmalı.


Tesis ve teknoloji ne kadar iyi olursa olsun bunu kullanacak insan unsuru eğitimli ve bilinçli olmadığı sürece arzuladığımız gelişmeyi yakalayamayız. Yani suyu toprakla buluşturduğumuz yerde sudan beklenen fonksiyonu sağlayamazsak yaptığımız hizmetlerin karşılığını alamayız. O halde sudan en iyi şekilde istifade etmenin yollarını aramamız lazımdır.


Eğitim önemli demiştim, sulama eğitimine önce mühendislerimizden başlamalı yani önce eğitimcilerimizi eğitmeliyiz ki bu mühendislerimiz sahada tam donanımlı olarak çiftçilerimize hizmet sunabilsinler. Ayrıca daha proje safhasında bitki paterni seçiminde gelişen dünya piyasalarının talep ettiği ürünler araştırılmalı; su tüketimi az, buna mukabil piyasa değeri yüksek ürünlerin araştırılması ve ekim, dikim işlemlerinin buna göre planlanması gereklidir. Örnek vermek gerekirse ihraç fiyatı 0,5 dolar olan elma çeşidi yerine Avrupa’nın talep ettiği elma çeşitlerini üreterek 3 doların üzerine fiyatlara satabiliriz.


Bu noktada araştırma ve geliştirme hizmetlerine de hız kazandırmak zorundayız. Her sektörde olduğu gibi tarımda da araştırma ve geliştirmenin durduğu anda bu sektör de olduğu yerde durmaya mecburdur. Burada elbette gelişmiş ülkelerin araştırmalarından yararlanacağız ama bununla yetinmeli miyiz? Yetinemeyiz çünkü araştırmanın milliliği vardır. Bizim agroekolojik koşullarımız farklıdır, hatta bölgelerimiz arasında bile büyük farklılıklar vardır. Bu araştırmaları artan bir ivmeyle devam ettirip sonuçları sahadaki mühendislerimiz vasıtasıyla çiftçilerimize ulaştırmak mecburiyetindeyiz.


Gelişmiş ülkelerin % 5’i tarımla uğraşıp hem kendine hem de dünyanın birçok ülkesine yetecek şekilde üretim yaparken ülkemiz nüfusunun % 35’inin tarımla uğraşarak kendine yetecek miktarda üretim yapamayıp tarım ürünü ithal etmesi Türkiye gibi çok özel agroekolojik şartlara sahip bir ülke için kabul edilemez bir durumdur.


Burada önemli bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum; teknolojik gelişmelerden faydalanmak bazen çok büyük sorunları da beraberinde getirmektedir. Şöyle ki; gelişmiş ülkelerde yeşil devrim döneminde teknolojinin nimeti olarak görülen kimyasal gübreler , hormonlar ve zirai mücadele ilaçları yıllarca kullanılmış, başlangıçta elde edilen ürün artışına rağmen bugün gelinen sonuç olarak toprak katmanları kimyasallarla kirlenmiş, ve tabii ki buradan elde edilen tarım ürünleri de hem kalite olarak düşük hem de insan sağlığına zarar verecek zararlı kalıntılar içerir hale gelmiştir.


Bu noktada Avrupa’da çözüm yolları araştırılmış, çözüm olarak organik tarım, EC, EUROPGAP ( Ki biz buna iyi tarım uygulamaları diyoruz) çözüm olarak ortaya çıkmıştır.


Tarımsal üretimin birinci şartı toprağa sahip olmaksa, ikinci şartı da suyu temin etmektir. Ancak ondan sonra diğer unsurlara sıra gelmektedir.


Gerek organik tarım gerekse EUROPGAP uygulamalarında sulamayla ilgili en önemli kriter su kalitesi ve yetiştirilecek ürünlerin sulamasının kapalı basınçlı sulama sistemleri ile yapılmasıdır. Aksi takdirde yetiştirilecek ürünün değeri konvansiyonel ürün değerini geçemiyecek ve dolayısıyla ihraç şansı da kalmayacaktır.


Yukarda Avrupa’daki tarım alanlarındaki toprak kirliliğinden söz ettik, Bu araziler artık yıllarca sağlıklı gıda üretilemeyecek şekilde kirlenmiştir. AB ye aday bir Türkiye’de bu çok büyük bir avantaj olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa’nın yıllık gıda tüketimi 300 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Bizim bu pazarların talep ettiği nitelikli ürünleri ürün yetiştirerek alabileceğimiz pay yaklaşık 60-65 milyar dolardır. Bu rakam yıllık ihracatımızdan bile fazladır.


Eğer bu rakamları yakalayabilirsek bu sektöre bağlı alt sektörler ve diğer sektörlerdeki gelişmeyle milli gelirimizi birkaç kat artırmamız işten bile değildir.